Karapanda halk ki düzülürdi horona,
Poşa Osman da dil döktürürdi davula.
Uralar çekilende,
uzaklardan yankı verirdi Kemera.
Sevim Abla, bar başını çekârdi.
Sarı saçlarını bele dökârdi.
Oğlanlar da çiçinadan bağardi
O ki kalkar da tutulurdi bara,
Bir şölve vururdu karşı duvara.
Kızlar başladi mi Uzundere’ye,
Yığılurdi
oğlanlar ayvandaki pencereye.
Güzeller de ses sese ki verirdi,
Türküler de yüreklerde erirdi.
Bilsem şimdi nerde kaldı o günler?
Böğrüme de ateş saldı o günler.
Ciritdüzü,
yağmurda geçilmezdi çamur yolun.
Yan yanaydi cami ile okulun.
Onlar yıkılmış,
betonlaşmış yapılar.
Kalmamış artık,
o eski işlemeli kapılar.
Biz gizlice minareye çıkardık.
Şerefesinden mehleye bakardık.
Bakıp bakıp gönülleri yakardık.
Minarenin uzun ağacına şaşardık.
Sanki gerçeklerin sınırını aşardık.
Talip Hoca, Türkçe ezan oğurdi.
İnançları ilmik ilmik toğurdi.
Kini, kasveti temizler yığardi.
"O içli ses yüreklere değerdi.
Ağaçlar da Tanrı’ya baş eğerdi."
Muhtar Aslan Efendi
ve Ezmi Ağa…
Kızdilar mi sögârlardi vara yoğa.
Bekçi Telat’ın resmi eski şapkası
Her zaman yıkık dururdi
biraz sağa.
Atabegler, Doğanlar…
Bir arada yaşardi
zengin ile fukarasi.
Egitman ögraturdi oğumayi yazmayi.
Öğretmenler göstarurdi
yüreklere sevgileri kazmayi.
Dökülüp saçılmış herkes,
her birisi bir yerde.
Nerde oğulların kızların,
kim bilir nerde?
Düşmeyen var mı içinizde bu derde?
Şimdi o günlerden geri kalan ne?
Yüreğimi bu özleme salan ne?
Tılap’tan Yanbegi’ya
verirdik tavari, mali.
Söze gelmez,
çocuk çobanların
o günkü hali.
Ekmek bağlanmış mendiller…
Kamyon lâstikleri…
Uykusuz, gün boyu dağda bayırda…
Koco, mila, çot oynardık çayırda.
|